- Vücuttaki Asidik Atık Oluşumu
Vücudumuzdaki tüm canlı hücreler atık üretirler. Yiyeceklerimizden aldığımız tüm besinler her bir hücremize dağılır ve bunlar oksijen ile yanarak bize yaşamamız için gereken enerjiyi sağlarlar. Besinler hücrelerimizde yandıktan sonra ise atık olurlar. Yediğiniz iyi ya da kötü, tüm yiyecekler atık üretirler. Yiyeceklerin iyi ya da kötü olarak sınıflandırılmasında onların oluşturduğu atıkların miktarı ve özellikleri dikkate alınır. Yanı sıra, metobolizmamızdaki birçok hücre ve eski ölü hücrelerde atığa dönüşürler. Vücudumuz bu atıkları idrar ve terleme ile dışarı atacaktır. Temel olarak, tüm atıklar asidiktir ve bu nedenle de cildimiz ve idrarımız düşük bir pH değerine sahiptir. Gerçek problem şudur ki, vücudumuz bu atıkların %100’ünü atamaz. Yaşam tarzımız, yetersiz dinlenme, yediğimiz yiyeceklerin türleri ve içinde bulunduğumuz çevresel koşullar bu atıkların üretimine yardımcı olurlar fakat bunlardan kurtulmamız için bize yardım edemezler.
- Vücuttan Atılamayan Asidik Atıklara Ne Olur?
Bu atıklar katılaşmış atıklara dönüşürler, örneğin; kolesterol, yağ asidi, böbrek taşı v.b gibi ve bilemeyeceğimiz şekilde vücudun içinde her hangi bir yerde birikir ve yerleşirler. Vücuttan atılamayan ve biriken bu asidik atıkların birikimi yaşlanma sürecini hızlandırır. Alkali iyonize su içmek asidik atıkların atılmasını kolaylaştırarak vücudumuza yardımcı olur. Asidik atıkların birikimi yaşlanma sürecini ve işlevini hızlandırır; asidik atık miktarının azaltılması ise yaşlanma sürecini yavaşlatır ve hatta bu süreci geri döndürebilir. Alkali iyonize su bir ilaç değildir veya herhangi bir hastalığı tedavi etmez fakat düzenli olarak tüketildiğinde vücuttaki asidik atıkları azaltır, doğal vücut sağlığının gelişimini sağlar.
- Alkali İyonize Su Yüksek Asidikliğe Sahip Mideye Ulaştığında Ne Olur?
Yiyeceklerimizde bulunan bakterilerin öldürülmesi ve yiyeceklerin sindirilmesi için midemiz pH’ı 4 seviyesinde asit üretir. Alkali iyonize su içtiğimizde midemizdeki pH seviyesi yükselecektir. Bu durumda mide alkali iyonize suyu algılar ve pH seviyesini tekrar 4 e döndürmek için daha fazla asit üretimi emri verir. Bu ilk bakışta karşı atak şeklindeki bir üretime benzemektedir. Fakat mide duvarlarının hidroklorik asidi nasıl oluşturduğu anlaşıldığında bu süreç netlik kazanır. Midedeki hücreler ihtiyaca bağlı olarak hidroklorik asit üretmelidirler. Bu asidin içeriğini oluşturan maddeler karbon dioksit, su, sodyum klorür veya potasyum klorürdür. Bu asidin ürünleri olan sodyum bikarbonat veya potasyum bikarbonat kan akışına verilir. Bu bikarbonatlar kandaki aşırı asidikliği nötralize eden ve yanısıra katılaşmış asidik atıkları çözündüren/eriten alkali tamponlardır. Vücut yaşımıza bağlı olarak fazlalaşan asidik atık birikim miktarı vücuttaki doğal alkali tamponların altından kalkamayacağı bir işe dönüşür. Hücrelerimizi daha fazla asidik olmalarından ve değişik hastalıklar üretmelerinden korumaya yardım eden kanımızdaki bu alkali tamponlara ihtiyacımız vardır.İşte alkali iyonize su bu süreçte devreye girmektedir.
- Niçin Alkali İyonize Su?
Hepimiz vücudumuz hayatta kalabilmek için hafif alkali yapısını koruması gerektiğini biliriz. Kanımızın pH seviyesi 7.4 ve hücresel sıvı seviyesi ise yaklaşık pH 7.2 dir. Bu gerçeğe göre, hücrelerimiz sürekli olarak asidik atık üretmekte ve vücut sıvılarımız da hayatta kalabilmemiz için vücudun pH seviyesini korumaya çalışmaktadırlar. Vücudumuz asidik atıklardan kurtulmak için oldukça ağır bir çalışma yapar. Asidik atıklar ter ve idrar ile çıkartılır. Her ikisi de düşük pH seviyesine sahiptirler. Asidik cilt yüzeyi kendisi ile temas eden birçok mikrop ve virüsü öldürür. Yanısıra soluk verdiğimizde, karbon dioksit salınır, asidik atıkların sebep olduğu karbonik asitten kurtuluruz. Vücudumuz asidik atıklardan kurtulmak için bunca çaba harcarken diğer yandan bizler sürekli olarak vücudumuza atabileceğinden daha fazla atık yüklemeye devam ederiz. Buradaki sır, bazı katılaşmış asitleri sıvı aside dönüştürmektir. (Sıvı vücut tarafından kolayca atılabilir.) Eğer bir madde suda çözünmüyorsa, pH seviyesini de etkilemez. Örneğin; kolesterol, yağ asidi, böbrek taşları v.b katı asit türleridir. Asit kanı koyulaştırır/pıhtılaştırır! İşte bu problem asidik atık birikiminden kaynaklanmaktadır. Bu asidik atık yapılanması kan damarlarımızı tıkar ve kan dolaşımını durdurur. İyi bir kan akışı olmaksızın organlarımız fonksiyonlarını olması gerektiği gibi yerine getiremezler ve iyi beslenemedikleri için yetersiz kalmaya başlarlar. Kanser hücreleri asidiktirler, bu kanserin alkali bir ortamda gelişemeyeceği anlamına gelmektedir. Besinlerin oksidasyonu nedeniyle oluşan fosforik asit veya sülfirik asit vücudun üstesinden gelebilmesi açısından çok güçlü asitlerdir. Vücut bu durumu kemiklerden kalsiyum alarak dengeler. Fakat bu durumda kemiklerimizdeki kalsiyumu alırsak kendimizi ayakta tutabilmek için ne kullanacağız? İşte bu durum Osteoporoz’a neyin neden olduğunu açıklamaktadır. Küçük moleküler yapısı nedeniyle vücut tarafından diğer sulara göre çok daha hızlı ve daha iyi emilebilen alkali iyonize su içtiğinizde daha fazla antioksidan, alkalilik, ve kalsiyum alırsınız.
- Alkaliliğin Önemi
Vücudumuz hücresel seviyede yaşar ve ölür. İnsan vücudundaki tüm hücreler hafif alkali yapıdadır, sağlıklı ve hayatta kalabilmek için de bu korunmalıdırlar. Bununla birlikte, hücresel aktiviteler asit yaratır ve bu asit hücreye enerji ve işlevsellik verir. Her bir alkali hücre solunum görevini yerine getirirken metabolik atık salgılarlar ve hücresel metabolizmanın ürettiği bu atıklar doğal olarak asidiktirler. Buna karşın bu atıklar enerji ve işlevsellik için kullanılır fakat bunların vücutta artışına ve birikmesine izin verilmemelidir. Antreman veya egzersiz sonucu oluşan ve çoğu kez acı veren laktik asit bunun bir örneğidir. Vücut, hücre etrafındaki bu asitleri bir zehir gibi davranmaya başlamadan önce etkisizleştirmek ve vücuttan atmak için büyük bir süre harcar. Aksi durumda bu asitler eninde sonunda hücrelerin çevresel koşullarını değiştireceklerdir. Birçok insan ve klinik doktor vücudun bağışıklık sisteminin ilk savunma hattı olduğuna inanıyorlar fakat gerçekte böyle değildir. Bu çok önemlidir fakat daha çok sofistike (karmaşık) bir arıtma faaliyetine benzer. Bunun yerine sağlıklılık ve zindelik için hastalık ve rahatsızlıklara karşı ilk ve ana savunma hattını oluşturan vücudun pH dengesine dikkat etmeliyiz. İnsan vücudu çok zeki ve yeteneklidir. Gittikçe artan biçimde asidik olmaya başladığımızda asidikliğin yaşamsal organlarımıza hasar vermesini engellemek üzere vücudumuz savunma mekanizmalarını düzenlemeye başlar. Asidin yağ hücreleri içinde depolandığı/tutulduğu bilinmektedir. Eğer tüm bunlara rağmen asit herhangi bir organla temas edecek olursa, dokuyu içinden çürütebileceği bir delik açma şansı da bulur. Bu durum hücrenin mutasyona uğramasına neden olabilir. Bu asidik ortamda oksijen seviyesi düşer ve kalsiyum tüketilmeye başlar. Bu nedenle savunma mekanizması olarak, vücudunuz gerçekte sizi aşırı asidiklikten korumak üzere şişmanlatır/yağlandırır. Asitlerin toparlanıp paketlendiği tüm bu yağ hücreleri ve selülit birikimleri yaşamsal organlardan güvenli uzaklıkta tutulmaya çalışılır. Bu açıdan, şişmanlık yaşamsal organlarınızı zarar görmekten koruyabilir.
- Alkaliliğin Yararları
Günümüz yaşam tarzı vücut metobolizmamız içinde birçok düzensizliğe ve kötü çalışmaya neden olmaktadır. Sarfedilen tüm çabalara rağmen toksik kimyasallar ile yiyecek kaynakları, içme suları, hava ve çevremiz gitgide kirletmekte ve zehirlemektedir. İnsan vücudu bundan öncesinde, metabolize etme ve dışarı atmada, kendi doğal detokslama (zehirli atıkları atma) kapasitesi üstünde kalan ve büyük sıkıntı yaratan böylesi yabancı maddelerle hiç tanışmamış, karşılaşmamıştı. Birçok insan artık kendisini hiç iyi hissetmiyor. Birçokları da kendilerini soğuk algınlıkları veya çevredeki herhangi bir mikroptan çok daha kolay etkilenir halde buluyorlar. Bundan daha ciddi olan ise lupus, romatoid artrit, multipl skleroz, kronik yorgunluk sendromu ve fibromiyalji sendromu gibi otoimmün rahatsızlıklardaki artışlardır. Birçok kaynağı olan düşük seviyeli toksititeyi belirlemek oldukça güçtür. Tüm bu toksinlerin birleşik aksiyonlarının oluşturduğu toksik karışımın etkisi vücut ve hafızayı ciddi şekilde zayıflatabilir. Mantar, bakteri ve mayanın yaygınlaşması fermantasyon dediğimiz işlevin veya kan ve dokudaki aşırı asidiklikliğin bir sonucudur. Maya ve mantar havada, kirli suda ve yediğimiz birçok yiyeceğin içinde yaşayan basit birer canlı hücre türleridir. Bunlar sonrasında virüslerin ilk aşamaları veya bakterilerin orta evreleri olabilecek şekilde oldukça yüksek bir gelişim gösterirler. Fırsatçıdırlar ve hayatta kalmakta yeteneklidirler. Yıllar içinde 500.000 in üstünde farklı tür biçiminde gelişmişlerdir. Hiç durmaksızın koloni haline gelebilecekleri ve üreyebilecekleri yeni yerleşim yerleri ararlar. Basit bir canlı hücre formunda olduklarında yanlızca bir mikroskop altında görülebilirler fakat kolonize olduklarında, yiyecekler üzerinde oluşan küf ve mantarımsı yapı gibi, gözle de görülür hale gelirler. Maya, mantar, bakteri, küf ve virüsler besin ve kolonileşme ihtiyaçlarına bağlı olarak vücutta belirli ve çok özel bölgelere yerleşmeye eğilimlidirler. Bunların tümünün metobolizmalarından çıkanlar/salgılananlar şiddetli fermantasyonlara sebep olur ve ekstra hücresel sıvı şeklinde veya kana karışarak tüm vücuda yayılır. Kan ve dokulardaki aşırı asidikliğin doruğa çıkması vücudun hücrelerini sistematik olarak zehirler ve hasar verir. Aşırı asidiklik dediğimiz bu sağlık durumu ters düz olmuş bir yeme alışkanlığının – çok bol miktarda; hayvansal protein, özellikle kırmızı et, sütlü ürünler (süt, peynir, dondurma), şekerin herhangi bir şekli (sakaroz, früktoz, glikoz) gibi –sonucudur ve bu nedenle ortada yalnızca bir hastalık ve rahatsızlık vardır.